11/09/2011

Bir KAŞ ne kadar anlatılabilirse..


Son iki yazdır herkesten sürekli bir Kaş lafı işitir olmuştum. Hani bir şey çok tekrarlanır ve çok övülürse insanda bir önyargı oluşmaya başlar ya..Etrafımdakiler Kaş şöyle güzel, böyle güzel dedikçe benim hevesim kaçar olmuştu. Neyse ki bu Eylül’de kendimi ansızın bu cennette buluverdim, iyi ki de gitmişim diyorum şimdi..
Gitmeden önce müdavimlerden aldığım pek çok tavsiye vardı. Kaşa gidince yapılacaklar uzunca bir liste ve ben sanırım daha yarısını bile bitiremedim. Ama gördüklerimle, yediklerimle, içtiklerimle ve fotoğrafını çektiklerimle kısa bir Kaş yazısı sizi bekliyor..




Efendim, Dalaman havaalanına iniyorsunuz. Sanırım yolculuğumun sonu Kaş’ta bittiğinden en sevdiğim havaalanıdır kendisi. Buradan bir transferle- (ücret 130-150 arası değişiyor)kendinizi Kaş’a atıveriyorsunuz. Aradaki bu yolculuk yaklaşık 2 saat kadar sürüyor.

Her müdavimin müptelası olduğu kalacak bir yeri vardır. Bizimki Perse Butik Otel. Sahibi, çalışanları ve odalarının güzelliğiyle bizim Kaş sığınağımız olur kendisi.








Otelinize yerleşikten sonra kendinizi mavi sulara bırakırsınız. Bir sürü beach’in olduğu Büyük Çakıl’da ve Küçük Çakıl'da su biraz soğuk olduğu için biz Limanağzından denize girmeyi tercih ediyoruz.Yaklaşık 10-15 dk süren bir tekne yolculuğuyla varıyorsunuz limanağzına. Bu yolculukta kulağımda sevdiğim müziklerle denize ve doğaya bakmak tarifi zor bir mutluluk.



Bütün bir yol boyunca bu manzaraya bakarak müziğinizi dinleyebilirsiniz. Ben 'Eternitiy and a Day' ve 'Koop Island Blues' dinlemekten inanılmaz zevk aldım. Tavsiye ederim..


Eğer tekne sizi tutmuyorsa limanağzından dönerken en uca oturun ve sıkıca tutunun..Hayatımda bu kadar keyif aldığım nadir anlardandı. Yaşamanızı tavsiye ederim..


Bana Kaş'ı tanıtan sevgili arkadaşım Özlem..

Burada birbirinden farklı beach’ler bulacaksınız. Benim favorim Delos eski adıyla Don Kişot. Mavi-beyaz renkleriyle bir yunan adası mekanını andıran Delos’ta aynı zamanda kalınacak yerler de mevcut. Küçücük sevimli bir koyda yüzmeye doyamayacağınız bu yerde çalınan müzikler şahane. Ayrıca bir klasiğimiz olan muzlu frappeyi de öneririm.







Eğer küçük çakılda merkeze daha yakın bir yerde denize girmek isterseniz Nur Beach’i de öneririm. Mekan sahibi Mehmet Bey’i her daim işinin başında bulacağınız Nur’da manzaranın tadını doyasıya çıkarırsınız. Kesinlikle ama kesinlikle Nur soslu karides’i tatmalısınız. Lezzetinden kendimden geçmiş olmalıyım ki fotoğrafını çekmeyi unutuvermişim.. Bir de narlı mohitoyu unutmuyoruz!





Nur'da uzandığımız sezlong'dan izlediğimiz bu manzara unutulacak gibi değildi..


Deniz sefasından dönünce saat 5.30-6 civarı gidilecek adres Deja-Vu’dur tabii ki. Adettendir ki burada Kaş sakinleri güneşin batışını izler. Güneş bu kadar mı güzel batar yahu dedirten derecede bir güzellikle biranızı yudumlarsınız. Fonda müzik, masada dostlarla sohbet ve yanı başınızda kuruyemişinize eşlik eden güvercinler..





Eğer başka bir mekanda akşam yemeğini bekleyeyim derseniz de Hide Away güzel bir alternatif. Gerçekten de adı gibi kendisini ulu orta göstermek istemezmiş gibi saklanmış bir bar olan Hide Away’de böğürtlenli mohito mutlaka içilmeli..





Ve yavaş yavaş akşam bastırırken duş alınır,üst baş giyilir ve akşam yemeğine geçilir. Akşam yemeği için bir sürü yer arasından size en sevdiğim üç mekanı tanıtmayı bir borç bilirim…


Üzüm Kızı Meyhane

Burayı nasıl anlatmalı bilemiyorum. Müdavimi olduğumuz bu mekana bir giden zaten bir daha çıkamıyor. Mutfakta birbirinden hamarat hanımların ellerinden çıkma mezeleri seçmek gerçekten zor iş. Mutfağın açık mutfak olması çok da sık rastlayamadığımız önemli detaylardan. Eski nesil bir meyhane olan Üzüm Kızı’nda her şey usulüne uygun. Masanıza oturur oturmaz getirilen beyaz leblebi ve katı yoğurtla yapılmış cacık size bozulmamış has bir meyhanede olduğunuzu hissettiriyor. Mekan sahibi Ali Armağan uzun zaman önce İstanbul'daki hayatını bırakıp Kaş'a yerleşmeyi tercih etmiş, iyi ki de etmiş ki şimdi gittiğimizde keyifle oturup sohbet edeceğimiz bir yerimiz var artık. Kendisi teker teker masaları ziyaret edip, sizlerle sohbet edip mekanını ve hikayesini samimiyetle anlatıyor. Üzüm Kızı adı her ne kadar şarabı çağrıştırsa da; aslında mekanın adı çok eskilerde üretilen özel bir rakı markasından geliyor. Meyhanenin duvarlarında bu rakının üretildiği zamanlarda üstünde yazılan Ömer Hayyam mısralarını görüyorsunuz. 70’ler-80’ler Türkçe şarkılarının çalındığı Üzüm Kızı’nda şarkılara eşlik edip sohbet etmenin tadı bir başka. Mehmet Güreli'den Kimse Bilmez'i sanırım en çok burada dinlemekten keyif aldım. Kesinlikle balık kokoreci,topiği, favayı ve elbette sütte balık’ı denemelisiniz. NOT: Rezervasyonla gitmenizi tavsiye ederim.






Topiğin iyisini bulmak gerçekten zor..Buradakini mutlaka deneyin..


Favorim..Sütte Balık

Mutfaktaki gizli kahramanlar..

Ali Armağan nam-ı diğer Üzüm Kızının sahibi..

Bahçe Balık

Kaş’ın yerlilerinden bir ailenin sahip olduğu Bahçe Balık Kaş'ın en bilinen mekanları arasında. Özellikle bayram tatilleri gibi yoğun zamanlarda aylar öncesinden rezervasyonla yer bulacağınız Bahçe Balık’ın mezeleri, balığı her şeyi çok leziz. Ama bilen bilir Bahçe Balık’ta ahtapot yenilir. Tatmış olanların okurken bile ağzının sularının aktığını biliyorum...


Resmine baktıkça bile iştahımın kabardığını söyleyeblirim..

Spaghettici

Birbirinden güzel meyhanelerin olduğu Kaş’ta bir de meşhur bir Spaghettici var. İşin ilginci ben spaghettisini değil ama tatlısı tiramisuyu denedim. İki kardeş olan Ramazan ve Halil Bey’in sahibi olduğu ve bizzat mutfağında da bulunduğu Spagettici’de kedi dili kekine tiramisuyu mutlaka yemelisiniz. Mekanın en beğenilen spagettisi ise duydugum kadarıyla deniz ürünleri, bir dahaki sefere ben de denemeyi planlıyorum...





Ve evet Kaş hakkında keşfedilecek yazılacak çok şey var! Bu yazıyı okuyanların ama keşke şunu da yazsaymışsın diyeceklerini biliyorum. Hayat umarım uzun ve biz gelecek yaz yine oradayız. Keşfedilmesi gereken yerler için tüm önerilerinize açığım..
 
Tatilimi daha bir eğlenceli kılan sevgili Özlem'ime de tekrar teşekkürler..
 
 




10/08/2011

Lavanda Butik Otel- Cennete Açılan Kapı



Uzunca bir aradan sonra herkese merhaba.
Yazıma bu güzel havuz fotoğrafıyla başlamamın elbet bir nedeni var:) Malum mevsimlerden yaz olunca insan daha bir geziyor, yazmaya çizmeye daha az vakit bulabiliyor.Ya da en azından benim için öyle oldu. Son birkaç ayda keşfettiğim yerleri artık resmetmenin ve yazıya dökmenin vakti geldi.

Bayram tatilinde Gökçeada-Bozcaada ikilisinden hangisine gitsek, nerde kalsak gibi dertlenirken son dakikada kalabalık çılgınlığına kurban gitmeyelim vaktimiz az biz en iyisi kafamızı dinleyelim dedik. İyiki de öyle yapmışız nitekim Bozcaada'da bayramda yiyecek ekmek kalmamış onu öğrendik bin şükrettik!

Şile yakınlarındaki Lavanda butik oteli tesadüfen okuduğum bir e-dergiden keşfettim. Birkaç resmine baktıktan sonra tam da aradığımız yerin burası olduğunu anlamak zor olmadı. İstanbul'a arabayla yarım saat mesafede cennetten bir köşe Lavanda.

Yazıda kalacağınız bu yer hakkında benim gözümden detayları bulacaksınız..
Umarım beğenirsiniz.



Lavanda'da farklı boyutlarda ve özelliklerde toplamda 9 tane oda bulunuyor. Her biri çok özenle, keyifle dekore edilmiş odalarda kalmak ayrı bir zevk. 



Benim en sevdiğim özelliklerden biri heybetli tavanı ve beyaz ahşap dokusu oldu. Beyaz kullanılan mobilyalarda, tavan ve yer ahşabında gerçekten çok keyifli bir bütünlük yaratmış.


Odalarla ilgili Ahmet Bey'den öğrendiğim çok hoş bir detay var. Odaların hepsinin adları farklı çiçekler ve ağaçlar. Merak edip kendisine sordum nedenini. Meğer her oda adını kendi önündeki bitkiden alıyor. Mesela bizim kaldığımız oda Manolya'nın hemen sağında manolya çiçeği var ve adı da buradan geliyor. Selvi odası selvi ağacına bakıyor, vs..


Bu gardolaba bayıldım. Camının önündeki dantel astarıyla, çekmece kollarıyla odadaki en sevimli vintage parçalardan biri. 
Öğrendim ki Feryal Hanım'ın çizdiği bu mobilyaları Feriköy'de adını vermeyeceğım bir marangoz yapıyormuş. Bazı bilgileri kendime saklıyorum:)



Balkon kapısının hemen önündeki sallanan sandalye. Oturacağım yoksa bile sırf tadını çıkarmak için oturdum diyebilirim:)

Gerçi böyle bir yerde çalışabilmek bana uzak ama yine de çok şık bir çalışma masası.

Bu yatak baş uçluğuna gerçekten bayıldım.
Pablo Neruda'dan şiirler. Yatağın baş ucuna bırakılan kitaplar bence bu mekanın ne denli farklı olduğunu gösteren ince bir detay.

Gardolabın içindeki mis kokulu lavantalı askılıklar..



Banyo..Hani şöyle demek geliyor içimden orada yıkanılmaz yaşanır. Çanakkale Seramik'in desenleriyle, müthiş bir zevkle dekore edilmiş. Burada vakit geçirmek ayrı bir keyif..

Belki tuhaf gelecek ama ben bu tuvalet kağıtlıklarını çok sevdim. Feryal Hanm'ın İtalya'dan getirdiği bu dantel işli parçalar aynı zamanda Lavanda butikte de satılıyor..

Tam güneşin batışı, balkonda kahve sefası..Söze ne gerek var ki..

Burası ana lobiden restorana ve bahçeye açılan iç mekan. Birbirinden farklı mobilyalarla değişik dekorlar yaratılmış. Bu mobilyalar geniş odanın içinde farklı oturma köşeleri oluşturuyor.







Bu tatlı odada oturduğunuzda Feryal Hanım tarafından büyük bir itinayla ve zevkle seçilmiş klasik müzik parçaları dinliyorsunuz. Otelin 6 farklı noktasında 6 farklı müzik çalınıyor. Ağırlıklı olarak mekanın ruhuna uygun caz ve klasik müzikler seçilmiş.

Özellikle kışın kar yağdığında elinizde sıcak bir kahveyle bu koltuklarda oturup dışarıyı izlemenin ne büyük bir zevk olabileceğini hayal ediyorum..





Butik otelle Şen ailesinin şu anda yaşadığı evi birbirinden ayıran bölgede bu güzel oturma grubu yer alıyor. Öylesine keyifle kurulmuş bir köşe ki biraz vakit geçirmeden buradan geçmez istemiyorsunuz.




Bu fotoğraf aslında bana çok şeyi anımsatıyor, ama bilmeyene ne anlatır bilemiyorum..Düşünün ki sıcak bir havada ağacın gölgesinde hafif hafif esen bir rüzgar, sadece yaprak ve kuş sesleri..Kahvaltı sonrası çay ve gazete keyfi için ideal..




Mekanda her türlü detay düşünüldüğü gibi spa da unutulmamış. Jakuzisinden, masaj odalarına, saunasına her şeyi bulabilirsiniz..İki Bali'li bayan burada size unutulmaz bir masaj keyfi yaşatacaklar.




Yemekler..Nerde başlasam nasıl anlatsam..Kahvaltı, yine bahçede yeşilliklere karşı yapılıyor Bol oksijen,doğal sebzeler, reçeller ve daha neler neler.






Farkettim ki akşam yemeğinden sadece bu fotoğrafı çekmişim. Sonrasında gelen yemeklerle nasıl bir zevke dalmışsam tamamen unutmuşum resmetmeyi. Burada araya kısa bir ayrıntı girmem gerekiyor. Ahmet ve Feryal Sen'in oğulları Emre İtalya'ya master için gittiğinde aşçılığa merak salıp yoluna buradan devam etmeye karar vermiş. Aile butik otelleri Lavanda'yı kurduklarında ise Emre Sen de buranın mutfağının sorumluluğunu üstlenmiş. Her gün sabah kendisi o günün menüsü için alışverişini yapıyor. Kullanılan tüm malzemeler doğal ve taze. Ben o gece fırında oğlak eti yedim. Şu anda yazarken bile hatırlıyorum ve içim gidiyor...Olur da şansınız yaver giderse ve o günün menüsünde oğlak etine rastlarsanız hiç tereddüt etmeyin derim.





Bu güzel bayan Feryal Hanım. Üniversitede resim eğitimi aldıktan sonra uzun bir süre Çanakkale Seramik'in tasarım bölümünü yönetmiş. Bu otelin tasarımdaki her ince detayda da kendisinin zevkini hissediyorsunuz..


Ahmet Bey işletme okuduktan sonra ev tekstili işiyle ilgilenmiş. Yurtdışındaki markaların koleksiyonlarını burada ürettirmişler. Şimdi kendisi butik otelinin ve buradaki hayatının tadını çıkarıyor. Otele ilk giriş yaptığınızda size etrafı gezdiren Ahmet Bey'i orada bulunduğunuz süre boyunca her türlü işle ve detayla ilgilenirken görecek ve kendisine saygı duyacaksınız. 

Ve evet bu tatlı çift bir hayallerini Lavanda Otel'de gerçek kılmışlar. Bizlere ise onların bu hayallerini paylaşmak ve bundan zevk almak kalıyor..