The Joneses son zamanlarda izlediğim en ilginç senaryolardan biriydi diyebilirim. Vizyona girmesiyle çıkması bir olan bu filmin iddialı fikrine rağmen sahnelenmesinin bir o kadar zayıf olduğunu söyleyebiliriz.
Çekirdek aile Joneslar Amerika'da bir mahalleye yerleşir. Demi Moore güzelliğinde bir anne, David Duchovny karizmasında bir baba, biri yakışıklı diğeri güzel iki çocuk. Büyük, son moda dekora edilmiş bir eve yerleşip hızlıca mahalledeki insanlarla kaynaşmaya başlarlar. Çekicilikleri sayesinde bu süre çok da uzun sürmeyecektir. Siz bu insanların nihai hedeflerinin ne olduğunu sorgularken kısa bir süre sonra öykü çözülür ve Jones'ların bir firma tarafından tutulmuş kurmaca bir aile olduğunu anlarsınız. Amaçları ise gittikleri yerlerde çevrelerindeki insanları kullandıkları ürünlerle etkileyip onların bu ürünleri tüketmesini sağlamaktır. Aynen filmde de yer aldığı gibi asıl iş tek bir ürün satmak değildir; bir yaşam biçimini satmaktır! Komşular ise elbet bu ailenin ihtişamından etkilenecek ve aile fertlerinin satış rakamları gittikçe artacaktır.
Tüketim dünyasına zekice bir hicivle yaklaşan bu hikaye ne yazıkki bu noktadan sonra klasik bir Hollywood uygulamasının ötesine geçemez. Gönül isterdi ki The Joneses, Peter Weir'in Truman Show'una dönüşsün. Günümüzün bu salgın hastalığını bir tokat gerçekliğinde yüzümüze vurup bizi şöyle bir kendimize getirsin. Ama gişe beklentili bir filmin elbette son sloganı aşk kazanır olacaktır.
'Stealth Marketing-Hayalet pazarlama' tekniğini acaba firmalar bu boyutlara taşımaya başlamış mıdır diye sorgularken; gazete ve dergilerde marka kıyafetleriyle poz veren ünlüleri ve onların makyajını,saçını,çantasını, elbisesini alarak taklit eden binlercesini düşününce bu hilelerin aileler olarak değil de başka türlü hallerle hayatlarımıza girdiğini görüyoruz zaten..
Üzerinde düşünülesi bir senaryo.
Eksileri artılarını götürse de fikri için izlenmesi tavsiye edilir..
No comments:
Post a Comment