4/28/2010

Yanaklarım al al olmuş konyak içmedimmmm!!

"Bursalı mısın kadifeli gelin çaydan mı geçtin
Yanakların al al olmuş konyak mı içtin???"


Valla ne Bursalıyım ne de konyak içtim. Ama benetint sağolsun yanaklarım sabah akşam al al artık. Esmer bir insan olarak her zaman özenmişimdir doğal bir pembelik görüntüsüne. Hani şöyle utanmışsın da kızarmış gibi. Ne sürsen böyle olmazdı. Sağolsun bu küçük şişecik, iş çıkışında bile kanlı canlı bir yüzüm var artık...

4/24/2010

İSTANBUL- Je t'aime..

İtiraf etmeliyim baharda bu şehri bir başka seviyorum. Erguvanlar, sümbüller, güller, menekşeler..Doğanın uykudan uyanışına bizzat tanık olmak. Pek çok tasarımcıya ilham olacak renk kombinasyonları. Tam bir cümbüş..



 Tatili fırsat bilip pek çoğumuzun aslında duymuş olsa da uğramadığı mekanlardan birindeydim. Hidiv Kasrı..

Heralde İstanbul bir nevi ikinci lale devrini yaşıyor. Tarihte bu dönemi pek de iyi anmıyor olsak da, günümüzde şehrin çehresini değiştirdi bu çiçekler. Adım başı karşımıza çıkan lalelerin ilk defa bu kadar çok rengini bir arada gördüm diyebilirim.


Wikipedia'da Hıdiv Kasrı şöyle yer alıyor:  1907 yılında Mısır'ın son hıdivi Abbas Hilmi Paşa tarafından İtalyan mimar Delfo Seminati'ye yaptırılmıştır. Dönemin mimari modasına uygun olarak art nouveau tarzındadır. Hıdivlik makamı, Osmanlı İmparatorluğu'nun Mısır valilerine verdiği ünvandır. Osmanlı'nın Mısır valilerinden olan genç yaştaki "Hıdiv Abbas Hilmi Paşa"'nın,19. yüzyılın sonlarında, Mısır'daki İngiliz nüfuzunu kırabilmek ve Osmanlı Devleti'nden destek sağlayabilmek için uzun süreli İstanbul'da kalması gerekti. Bunun üzerine, 1903 yılında günümüzde kasrın bulunduğu yerde bulunan iki ahşap yalı satın aldı. Abbas Hilmi Paşa bir süre sonra yalılarının arkasındaki ağaçlık yamaçları ve üst düzlüğü kapsayan 270 dönümlük bahçeyi de aldı. Ahşap yalıları yıktıran Abbas Hilmi Paşa, 1907 yılında, 1000 m2 alan üzerine, İtalyan Mimar Delfo Seminati'ye, o devrin mimari modasına uygun olarak Art Nouveau tarzında görkemli bir kasır ve üzerine İstanbul Boğazı'nı gören kule inşa ettirdi.
Mısır'ı işgal eden İngilizler, ülkeye krallık sistemini getirerek, Abbas Hilmi Paşa'nın Hidivlik unvanını elinden aldı. Abbas Hilmi Paşa, tahttan düşürülmesi üzerine İsviçre'ye yerleşerek (yada sürgüne gönderilerek) burada yaşamını sürdürdü. Paşa'nın ailesi ise Hidiv Kasrı'nda 1937 yılına kadar kaldı. Aynı yıl, İstanbul Belediyesine Hidiv Kasrı'nın satışı gerçekleştirildi.
Uzun süre bakımsız kalan kasır, 1984 yılında Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu adına Çelik Gülersoy tarafından restore ettirildi ve bir süre otel olarak hizmet verdi. 1994-1996 yılları arasında yeniden restore edilen Hidiv Kasrı'nın işletmeciliği, 1996 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin kuruluşu olan Beltur'a geçti. Şu anda lokanta ve sosyal tesis olarak kullanılmaktadır. Kasrın bir yüzündeki İstanbul 'un en büyük gül bahçelerinden olan dış mekanı ve tarihi iç mekanında ayrıca düğün gibi organizasyonlar da düzenlenmektedir. Arkasındaki koruluk ve dik yürüyüş yolu ise spor ve yürüyüş yapanlarca değerlendirilir.
Kasrın mimari olarak, Osmanlı mimarisinin dışında, batılı tarzı (art nouveau) vardır. Ana girişin ortasında mermerden ihtişamlı ve anıtsal bir çeşme vardır.





Tavanı çatıya varıncaya kadar yükselir ve vitrayla kaplıdır. İçinde çeşitli yerlerinde zarif çeşme ve havuzlar vardır. Bina plan olarak, salonlar arasındaki bağlantılar aracılığıyla havuzun etrafında bir daire çizmektedir. Bu daire sadece giriş holü tarafından kesilmektedir. Bu holdeki tarihi asansör dikkat çekici başka bir detaydır. Üst katta ise özel odalar bulunmaktadır.

Köşkün bahçesindeki sümbüller baharla birlikte öyle güzel bir hal almışlardı ki bizim payımıza düşen önünde artistik pozlar verip fotoğraf çektirmek oldu. 


Yeğenim ve ablam. Mis kokular arasında unutulmaz anlar bunlar..

4/21/2010

Dört Kadın Dört Koku...

Biz kadınlar kendimize en yakışan kokuyu bulmak için çırpınıp durmaz mıyız? Cimri eşler ve sevgililer en güzelinin kendi kokumuz olduğunu söyler ama elbet biz bunu yemeyiz. Duty free'den çıkan bir kadın profili bile vardır hatta. Her kokuyu denemek için azar azar sıkanlar uçakta yanınıza oturunca neye uğradığınızı şaşırırsınız. Ben bu arayışın sonunda 4 koku buldum kendime. En neticede hepimizin ayrı ayrı kimlikleri var. Tek bir kokuya bağlı kalmak çok monoton olacaktır. Kimi zaman masum, kimi zaman çekici, kimi zaman ciddi..İşte her anıma ve halime hitap eden favori dörtlüm...   
Chloe'nin bu kokusunun kesinlikle 30 yaş kokusu olarak düşünüyorum. Kendine güvenen, baskın bir koku.  Kesinlikle kadınsı ve çok şık. Chloe intense adında yeni bir siyah saten kurdelalı versiyonu da çıktı. Birini gündüz birini gece kullanımı için düşünebilirsiniz.

 
Adı üstünde papatya kıvamında bir koku. Neşeli, zarif, masum, ferah ama aynı zamanda da kadınsı. Bir anda yürüyen bir çiçek buketi olduğunuzu düşüneceksiniz. Pek anlamam ama parfüm menekşe yaprakları, menekşe taç yaprakları, yasemin taç yaprakları, çilek, kan kırmızı greyfurt notaları misk, vanilya ve beyaz odunlar ile harmanlanmış.


                                  

Parfümün şekli şemali de en az kendisi kadar iç açıcı. Marc Jacobs işin içinde olunca ürünün şişesinde bile ayrı bir estetik bulmak mümkün oluyor. Dekorasyon için bile kullanılır!

Bir başka Marc Jacobs kokusu. Sanırım kendisi bu kadınlık durumlarından iyi anlıyor. Genç bir kadın, güzel, cilveli, ve tarzı olan. Yine anlamamakla birlikte kendimi yazmak zorunda hissediyorum: Üst notalarında pembe biber,armut,yakut kırmızı greyfurt kalp notalarında gül,şakayık,sardunya vardır. Alt notalarda ise vanilya,tonka fasulyesi,kremsi misk yer alır.
  

Ve sıra sonuncuda. L'occitane'dan Cherry Blossom. Bir sürü marka bu kokudan çıkardı ama hiçbiri onun yerini tutamaz. Tam bir uyku kokusu..Sıkınca o kadar rahatlıyorsunuz ki bir rehavet çöküyor diyebilirim.

NOT: Bu arada tüm bu kokular strawberry'de daha uygun fiyatlardan satılıyor. Demedi demeyin...




4/18/2010

http://www.manoloblahnikshop.com

Daha henüz ayakkabı almaktan hoşlanmayan bir kadına rastlamadım. Kadınlar ve ayakkabılar denklemini çözmek mümkün değil. Bilinç altı mıdır, bir öğreti midir bilmem ama biz kadınların bu küçük aksesuarlara bayıldığımızı biliyorum. En azından kendi adıma bu itirafta bulunabilirim.
İzleyenler bilir, bu durumun en abartı örneği bir televizyon klasiği olan Sex&City'nin genç, seksi köşe yazarı Carrie Bradshaw'dur. Bu kadının her giydiği ayakkabı ayrı bir reklam malzemesi olmuş, karakteri canlandıran Sarah Jessica Parker bu sayede köşeyi dönmüştür.
Bu dizide sıkça duyduğunuz Manolo Blahnik'in aslında bir internet satış adresi var. Elbette ürünler üçe beşe satılmıyor ama kendini şımartmak isteyenlerin uğramasını şddetle tavsiye ederim.
İstanbul sosyetesi kazıklana dursun bu adreste ürünleri %70'e varan indirimle bulmanız mümkün.
NOT: Adreste ayrcıa Louboutain ve Jimmy Choo'lar da var, demedi demeyin...






4/04/2010

The Imaginarium of Doctor Parnassus

Şükür ki en sonunda üzerine düşünebileceğim, yazabileceğim de bir film girdi vizyona. Son zamanlarda sabun köpüğü filmler izlemekten gerçek sinemanın tadını unuttuğumu fark ettim.


Memleketteki hanımlara sorsam bana üç aktör ismi söyleyin hem yakışıklı olsun hem yetenekli; muhtemelen Johhny Deep, Jude Law ve Heath Ledger isimleri listenin önde gelenlerinden olacaktır. Dr.Parnassus ayrıca Tom Waits, Christopher Plummer gibi büyük isimleri de kadroda buluşturuyor. Nedendir bilmem ama genelde pırıltılı isimlerin toplandığı prodüksiyonlar fiyaskoyla sonlanır ama yönetmen ve senaryoda Terry Gilliam ismini görünce durum şüphesiz başka bir hal alıyor. 

                                   

Kendisi şahsen bayıldığım Monty Python ekibinin kurucularının tek İngiliz olmayan ismidir. (izlemeyenler için özellikle Holly Grail şiddetle tavsiye edilir.).


Yönetmenin animasyon geçmişi ve bu daldaki büyük yeteneği filmlerinde fantastik -sürreal atmosferleri bu kadar başarılı oluşturmasında şüphesiz büyük önem taşıyor. Gişe anlamında en popüler filmi olarak Brad Pitt'i şaşı gözleriyle hafızalarımıza kazıdığımız Twelve Monkeys'i gösterebiliriz. Belki de yönetmenin elit sanat sever kitleden çıkıp halka ulaşmayı başarabildiği tek filmi oldu.

                                                   

Terry Gilliam fimlerini ikiye ayırırım. 1.İlk izlediğinizde anlayabileceğiniz kadar hazmı kolay olanlar. (örn. 12 Monkeys)  2. Kağıt altındaki bozuk paranın şeklini çıkarır gibi birkaç defa izleyerek ve üstüne düşünerek filmin bütününü görebildiğiniz binlerce anlama gebe filmler.(Brazil en iyi örnektir.). 

Dr.Parnassus'u ilk grubun içine sokmak mümkün değil. Zira filmin sunduğu sürreal öğelerin ve pek de alışık olmadığımız bir biçimde işlenen ironik ahlak sorgulamasının tek izleyişte anlaşılmasının oldukça zor olduğunu kabul etmeliyim. Yönetmenin önceki yapıtlarını izlememiş olanlar ve bu filme bir gişe filmi gözüyle gidenler büyük hayal kırıklığı yaşayıp büyük ihtimalle ilk yarım saatte salonu terk edecektir.  Zira birbiri içine geçmiş zincir diyologlardan birini kaçırmak demek filmden kopmanıza neden olabilir. O yüzden yakışıklı aktörlerin boy gösterdiği bir ticari yapıt olarak görmeyip filme ilk anından itibaren tüm dikkatinizi vermenizi öneririm.  

Filmi özetlemek gerekirse: Dr. Parnassus ve şeytanın iddiası... Parnassus kaybederse kızı 16 yaşına girdiğinde onu şeytana teslim edecektir. Sürenin dolmasına son iki gün kalmıştır. Köprüde asılı bulunan bir adam herşeyin değişmesine neden olur. Parnassus kızını şeytana kaptırmamak için herşeyi yapmaya hazırdır.

Peki aslında Dr.Parnassus neyin metaforudur? İnsanların düşlerini kontrol edebilen bu adamın insanların zihinlerine girip kontrol etmesi yerine onların kendi yollarnı kendilerinin belirlemesini istemesi "din, kader" tartışmalarına nasıl bir göndermede bulunur? İyi ve kötünün ironik bir sorgulaması..

Gişe yapmayacağını bildiğim ama muhakkak üzerine düşünülmesi gereken bir film.

İyi seyirler.  

4/01/2010

Bayrampaşa'daki IKEA mağdurları için bir kurtarıcı: Earth Cafe



Forum Bayrampaşa'nın yanındaki IKEA'da tam da ruhumu teslim ederken bu restoranı keşfettim. Açlıktan  ve yorgunluktan gözlerimin feri sönmüştü ki buradaki yemeklerle kendime geldim. O yüzden de kendisinin bende ayrı bir yeri var.



Öğrendim ki mekanın asıl kaynağı toplamda 6 şubesiyle Yunanistan'mış. Diğer yabancı memleketlere alışkınız da bunu ilk defa duydum.


Kocaman menüleri ve birbirinden güzel lezzetleriyle midenizi, mekanın dekorasyonu da göz zevkinizi doyuracaksınız.